Yazar Teoman Hekimoğlu, sorularımızı Steps365com okuyucuları için cevapladı...
Teoman Hekimoğlu, genç yaşına üç kitap ve bir dergi sığdırmış, yazı sanatıyla dopdolu yaşayan bir öğretmen yazar...Sanatla ve öğrencileriyle dolu olan günlük koşturmacalarının yoğunluğunda, kısacık bir zaman dilimini bize ayırıp güzel sözlerinden faydalanabildiğimiz ve öğrenebildiğimiz için şanslıyız... 1.Kısaca özgeçmişin.... 1974 yılında, Almanya’nın Wuppertal kentinde dünyaya geldim. İlk öğrenimimi bu ülkede tamamladıktan sonra Amerika Birleşik Devletlerine, son olarak da kendi ülkeme döndüm. 1997 yılında İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi, İngilizce Öğretmenliği Bölümünden mezun oldum. Bu tarihten itibaren İstanbul’da farklı okullarda hizmet verdim. Halen Feyziye Mektepleri Vakfı, Özel Erenköy Işık Lisesinde İngilizce Öğretmeni olarak görev yapmaktayım. Yurt içinde ve dışında farklı üniversite ve fakültelerde tamamlayamadığım Felsefe, Güzel Sanatlar ve Dil Programları eğitimleri aldım. Lise yıllarında tanıştığım tiyatro ve ardından yarım kalmış konservatuar eğitimim için, ‘içimde perdeleri hiç kapanmayan bir sahne var’ derim. Benim hayatımda sanat çocukluk yıllarından itibaren var oldu. Tiyatro çalışmalarımda öğrencilerim ile birlikte pek çok ödüle layık görüldüm. 2003 yılında Viyana Sanatlar Akademisinden burs kazandım. İlk yazma girişimlerine ortaokul sıralarında başladım. 2005 ve 2006 yıllarında iki dönem Kadıköy Mim Sanat merkezinde ustam Yazar Mario Levi ile Yazı Yaratımı Atölyelerine katıldım. Sonrasında İstanbul Şaşkınbakkal’da The Leaf EduArt adıyla faaliyet gösteren bir Sanat Evi kurdum. 2008 ve 2009 yıllarında iki yıl süreyle İstanbul Oyuncak Müzesinde iki şair Sunay Akın ve Akgün Akova ile birlikte Yaratıcılık Seminerlerine katıldım. İlk öykü kitabım olan ‘..kaye... başı ve sonu olmayan hikayeler’ 2008 yılının Nisan ayında yayınlandı ve kısa sürede ülkemizde çok zorlu olan öykü alanında 6000 kopya gibi çok yüksek bir satışa ulaştı. 2009 yılında ikinci öykü kitabım ‘Bin ikinci Gece’yi yayınladım. Bu kitabımda da yine öykü alanı için bir ay gibi çok kısa bir zamanda ikinci baskıya ulaştı. Yeni kitabım Sê Zen, bir roman olarak çıkmış ve gördüğü yoğun ilgi ile Türkiye’nin her köşesinde kitap fuarları ve imza günleri düzenlenmiştir. Haber, kültür ve sanat programlarıyla pek çok televizyon söyleşisine katılan, radyo, gazete ve dergilere röportajlar vermekteyim. 2011 yılının Mayıs ayından itibaren ‘RABARDA’ adlı bir sanat ve edebiyat dergisini kurduk ve piyasaya çıkardık. Bu derginin Genel Yayın Yönetmenliği ve Başyazarlığını da yürütmeye çalışmaktayım. 2011 Ağustos ayında Dünya Yazarlar Birliği P.E.N. tarafından Dünya Edebiyatı için çok seçkin bir konum ile üyeliğe kabul edilerek onurlandırıldım. Bu arada kazandığım üç ulusal edebiyat ödülünü reddettim. Bunu yaparken anarşist bir tavır göstermekten çok, ödüllerin bağlayıcılığına olan inancım etkili oldu. Son olarak da, on iki yaşında, Ali adında bir oğlum var, belirtmeden geçmek istemedim. 2.İlk kitabını nasıl yazdın, hangi duygularla? Sancılarla... Ben üretimin, bilhassa sanatsal üretimin mutsuz insanların işi olduğuna inanırım. Mutlu adamın değiştirecek nesi olabilir ki? Böylece ilk kitap da, diğerleri de kendimden memnuniyetsizliğim ve acılarımın bir sonucudur elbette 3.İkinci kitabın ve üçüncü kitabın hakkında ayrı ayrı düşünce ve duyguların? Hepsi de benim bebeklerim gibi. Doğdular, onları kucağımda taşıdım ve sonra kendi yollarına gittiler. Bir sanat yapıtı, onu tamamlayana kadar sanatçısına aittir. Sonra herkesin olur. Benim yapıtlarım da artık okurların diyebilirim. 4.Tiyatro ile ilgin nasıl başladı? Oyunculukla... Küçük yaşlarda. Ama özgeçmişimde de belirttiğim üzere eğitimini de aldım konservatuarda. Ödüller, burslar filan da oldu hatta dizi oyunculuğu teklifleri ama ben yazmak istedim. Yazmayı seçtim. Öyle de yapıyorum. 5.Yazar olmanın öğrencilerine ne gibi bir katkısı oldu? Aslında bu bir katkı mı bilmiyorum ama çoğu zaman sınıflarımda benim bir öğretmen mi, ünlü bir adam mı, deli bir sanatçı mı yoksa etkili bir edebiyatçı mı olduğuma karar veremediklerini belli ediyorlar. Doğrusu ilginç hatta komik anlar yaşanyor tabi. 6.Rabarda ne demek? Bu dergi nasıl doğdu? Müzisyen arkadaşım Özgür Sağıroğlu ile edebiyatçı arkadaşım Murat Semerci, Hayal Atölye dedikleri bir sanat oluşumu meydana getirdiler. Giderek bir cazibe merkezi haline geldi bu oluşum. Benden de gelip yaratıcı yazarlık kursu vermemi istediler. Biraz düşündüm ama talep yoğundu, kabul ettim. Oradaki öğrencilerle beraber başladık bu dergi çalışmalarına. Başlarına naçizane ben geçtim, bugün artık Frankfurt Kitap Fuarından davet alan bir dergiye dönüştük. Adına gelince, Rabarba bir tiyatro terimidir. Rol gereği uğultu, gürültü demektir. Örneğin bir okulda tenefüs sahnesi, bir Pazar yeri sahnesi oynanacak, yönetmen; ‘Rabarba!’ diye seslenir, yani gürültü. Benim tiyatro hayatım ve her kafadan bir ses çıkması, her sese bir yer verilmesi düşüncesiyle adını RABARDA koyduk derginin. Elbette içinde bir harfi de bilerek yanlış kullandık. B yerine D harfi. Bunu da hata yapacağız, hata yapmaya açığız, hatta hata yapmayı seviyoruz diyebilmek amacıyla yaptık. 7.Düşlediğin hedefler? İçimi dökmek... Hakikaten dökebilmek... Öyle çok ünlü, şöhretli, para kazanan bir yazar olmak değil. Hiç değil. İçimi dökmek tek hedefim. Hakkıyla, adam akıllı... Bir okuyan da olursa, paylaşmışım bile demektir... 8.Şimdi, geçmiş, yarın....Hangisini tercih edersin, neden? Şimdi... Elimizde başka zaman yok. Geçmiş ölmüş, gelecek henüz doğmamış... Sadece şimdi. Ne isek ve ne yapacaksak, şimdi... 9.İdolün var mı, varsa kim? Var, kendim. Olabileceğim en üst hâlim. Başkası değil, sadece kendim olmak istiyorum. Ayrıca kendimizden başkası olmak ne mümkün, kendimizden başka herkes tutulmuşken. 10.Kadınları anlatan bir yazar olarak, kadınlar hakkında ne düşünüyorsun? SeviyorumJ Kadınlar hakkında düşünmek değil, kadınları duymak, hissetmek gerek bence. Bu bile onları sevilmeye değer kılıyor. Mutlaka burada oturup uzun uzun anlatılabilir kadınlar ve onlar hakkındaki düşlerim, düşüncelerim ama bazen derim ki; yok hayır, kadınlar bilinmezlikleriyle daha iyi biliniyorlar. 11.Yazar olmak isteyenlere önerilerin? Çok yazmalılar. Her şeyden çok. Sadece okuduklarından az. Bir de yaşadıklarından... 12.Tasavvuf hakkındaki düşüncelerin? Tasavvuf bir yol hâli... Dönenler yoldan döner, hedefe varanın döndüğü görülmemiştir. Ama tasavvufi bir şeyler yazmayı düşünmüyorum. Yani ne bileyim pek moda biçimiyle bir Mevlânâ, Şems, Yûnus hakkında yazmam sanıyorum. Ki ben Galata Mevlevîhanesi’nde yıllarca diz kırıp ney üflemeye çalışmışım. Bilmem, belki de orada öğrendiklerimi anladığım, anlayabildiğim için, değil bu konularda yazmak, haklarında konuşurken bile azami özen ve ihtimam gösteririm. 13.Sevgiyi nasıl tanımlıyorsun? Zor... Hele de tasavvufi manada düşünürsek, onların sevebildiğine bizler yanaşamadık bile korkarım. Ve hele aşk... Ama kanımca günümüz insanı sevmeyi değilse bile saygı duymayı öğrendiği takdirde çok daha yaşanılası bir dünya ve çok daha yaşanılası bir hayat bulacağız. Kendimiz için en çok. 14.Aşk hakkında ne düşünüyorsun? Yazmak mı kolay yaşamak mı? Aşk susmak... Sükût etmek. Onun zoru da, darı da hoşlar gelir, sefalar getirir. Bir bükülmüş boyunla karşılanır. Sokaklarda naralar atarak değil. Yazması da zor elbet. Anlatamamak kaygısı. Ateşi tutmamış birine yakıcılığı ifadeye çalışmak. Her hâlde zor... 15.Yazmayı en çok hayal ettiğin karakter nasıl biri olmalı? Kendim gibi. Evrene açabilecek başka hiçbir pencerem yok, inanın. O halde nihayet anlattığım, ‘Ben’den öte nedir ki? Steps365com okuyucuları adına bu güzel sohbet için çok teşekkür ediyorum. Röportaj: Diş Hekimi Yeşim Kale